top of page

Bağ Kurmak mı, Otantik Kalmak mı? Yoksa İkisi Aynı Anda Mümkün mü?

  • Yazarın fotoğrafı: Sara
    Sara
  • 14 Nis
  • 2 dakikada okunur

Otantik olmak

Ne kadar çok karşılaşıyoruz değil mi bu kelime ile son zamanlarda. Kendin ol, olduğun gibi ol da ona eşlik eden diğer kelimeler.  Gerçek benlik, hakiki ifade, saf halinle olduğun gibi var olmak demek bir yandan da.


Peki ya bağlantı kurma ihtiyacı? Birinin bizi duyması, görmesi, anlaması... Sevilmek, kabul edilmek biri veya birkaç kişi tarafından. İşte bugün bu yazımda birbirinin ayağına basan bu iki insan ihtiyacından bahsetmek istiyorum. Nerelerde kesiştiklerinden hangi durumlarda birbirlerine meydan okuyup çatıştıklarından.


İçsel kargaşanın başlamasına neden olan bir ayağa basma bu az buz değil dengeni bozup seni merkezinden kopartan bir süreç, o yüzden birlikte bakılmaya değer iki kavram.

Bir tarafta “Olduğum gibi olayım, içimden geldiği gibi ifade edeyim, ne hissediyorsam onu söyleyeyim, ne istemiyorsam da açıkça hayır diyeyim” diyen o özgür ruh. Diğer tarafta ise “Peki ya bunu söylediğimde karşımdaki beni bırakırsa, kırılırsa, beni anlamazsa, aramızdaki bağ zedelenirse?” diyen o kırılgan, bağ kurmaya deli gibi ihtiyaç duyan taraf.

İşin ilginç yanı bu iki ses, çoğu zaman aynı anda konuşmuyor.  Genellikle biri konuşurken diğeri susuyor. Biri cesurca “ben buyum” derken, diğeri fısıldıyor: “Ama dikkatli ol, bağın zarar görebilir.” Benim de bu aralar çokça karşılaştığım, hatta kendi içimde uzlaştırmaya çalıştığım tam olarak bu:


Kendim gibi olmak mı, bağlantıda kalmak mı?

Gerçeği söylemek mi, ilişkide kalabilmek mi?


Birine sınır çizerken, kendi değerimi korurken, bazen bir sessizlik oluşuyor aramızda. O an biliyorum ki bu sessizlikte “otantikliğimi” korudum ama aramızdaki bağlantıyı bir parça kaybettim. Peki bu kayıp neye değer? Ve daha önemlisi, bağlantı dediğimiz şey zaten gerçek değilse, neye bağlıyız ki?

Hayatımda uzun bir süre sırf bağ kopmasın diye, bağlanma ihtiyacımı karşılamak için otantik ifademi erteledim, cümlelerimi süsledim, gülümsemeyi eksik etmedim. Beni anlamayana dahi kendimi anlatmaya ona görünmeye çalışmaya devam ettim. Bazen sustum, kendi gerçeğimden ödün verdim. Ve en sonunda bağ varmış gibi yaparken, aslında kendimle olan bağımı kaybettiğimi uyandım. Kendimi kırdım kendi karanlığımda.


Durumu en iyi anlatan şarkı; https://www.youtube.com/watch?v=eQBh7KwSUE0


Sonra yaşamıma bu kavramı davet ettim. Otantik olmak bir cesaret işi…Ve her cesaret eylemi gibi, bazen yalnızlığı da beraberinde getiriyor. Ama bu yalnızlık öyle bilindik bir yalnızlık değil. Bir tür “kendine dönme hali”...Bir tür “kendinle tam temas” hali. Otantik oldukça baktım ki yollarım gerçek bağlar kuracağım insanlarla kesişiyor. Ama önce o kalabalıklar, o geçici bağlar, o yüzeysel ilişkiler yavaş yavaş dökülüyor baştan diyim de öyle çık bu yola.

Bağ kurma ihtiyacım canlı olduğunda içimde kendime şu soruyu soruyorum

"Ben şu anda bağ mı kuruyorum, yoksa sadece terk edilmemeye mi çalışıyorum?"

Ve bu soru beni çok hızlı kendime getiriyor. Çünkü biliyorum ki otantik olmadığım her bağlantı, aslında kendi özümden biraz daha uzaklaştırıyor beni.


Öte yandan otantik olmak, sadece pat diye gerçeği söylemek değil. Bu yolculukta öğrendiğim en derin şey şu: Otantiklik, hem kendine sadık kalmayı hem de bağ kurduğun kişiyi gözetebilmeyi öğrenmek. Bu bir denge. Bir sanatı öğrenmek gibi…Kendinle derin bağ kurmadan, başkasıyla derin bağ kurmanın neredeyse imkânsız olduğunu anladığında başlıyor gerçek ilişki.


Kapanışta sana demlenmiş bir soru bırakmak istiyorum:


Bugün, gerçekten “sen” olarak kurduğun bir bağlantı oldu mu? Yoksa sadece sevilmek için şekil mi değiştirdin?


Kendin gibi olduğunda ve buna rağmen biriyle bağ kurabildiğinde, işte orada… gerçek bir temas vardır. Ve bence, bunun tadı hiçbir şeye benzemez.


Bu konuda bir podcast kaydetmiştik arkadaşımla, linkini de aşağıya bırakıyorum


Sevgiyle,

Sara ✨

 

 
 
 

Yorumlar


bottom of page