top of page

Açık İletişimde Gerçekten Açık Mıyız?

  • Yazarın fotoğrafı: Sara
    Sara
  • 14 Kas 2024
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 16 Kas 2024

Uzun arayışlarım ve okumalarım beni "Şiddetsiz İletişim", "Gestalt Yaklaşımı" ve "Dharma" nın buluştuğu ortak noktada ifade ve iletişim konularına odaklanmaya sevketti. Hayatı daha sade, saf ve daha net görmeye çalışma istediğim zihnimi berraklaştırmaya başladığında hayat artık bambaşka bir yerdi. Öğrendiklerim bana olaylara yorum katmadan, berrak bir şekilde bakmayı; kendimi ve duygularımı ifade ederken yargısız, içten ve dürüst olmayı öğretiyordu. Bu sürecin ilk adımı, aslında en basit şeymiş gibi görünse de, kendi ihtiyaçlarımın farkına varmakla başladı.  Daha önce bu ihtiyaçları dile getirmeyi bile bilmezken; kendimle bağ kurdukça ve ihtiyaçlarımı keşfettikçe önce kendimle olan bağım iyileşmeye başladı. Kendime döndüm, kendi içime çekildim, hatta mağarama kapandım diyebilirim. İçimde dolaşmak, kendimle vakit geçirmek bir süredir oldukça da keyifliydi.


Fakat bir süre sonra bir şeyler çatırdamaya başladı. Hayat yalnız başına sürdüremeyeceğim kadar güzellikleri barındırırken her ihtiyacımı kendim karşılamam gerektiği inancı yerini yeni ihtiyaçlara bıraktı. Orada ihtiyaçların dinamikliğinin farkına vardım. Peki ihtiyaçlar bu kadar dinamikken hayattan istikrar beklemek de neydi. En basitinden kendime sarılamıyordum. Mağarama kapanmak güzeldi ama bir yerden sonra insan temasına, bir başkasının sıcaklığına ihtiyaç duyar oldum. Bu noktada kendime dürüstçe “Sarılamaya ihtiyacım var” diyebilmek bile bambaşka bir özgürlük getirdi. O kadar net, o kadar saf bir cümleydi ki, ne eksik ne fazla. Bu ihtiyaçları görmek, onu açıkça dile getirmek ve karşılığını bulmak… Tarif edilmez bir tatmin.


Sonra mağaradan yavaşça dışarı çıkmaya başladım. Kendi ihtiyaçlarımla kurduğum bu bağı, insanlarla olan ilişkilerime taşımak istiyordum. Ama burada işler o kadar kolay değildi. İhtiyaçlarımın farkına varıp onları açıkça ifade etmeyi öğrenince, aynı netliği ve açıklığı başkalarından da bekler oldum. Şiddetsiz iletişimi, karşımdakinin de benim gibi ihtiyaçlarını dile getirmesini, sorumluluk almasını arzuluyordum. Onlar bunu yapmadığında aramızda mesafeler oluşmaya başlıyordu. Kendimi anlatmak, açıklamak ya da çatışmaya girmek istemiyordum artık. Sanki ben kendi üzerimde çalıştıkça, karşımdaki kişiden de aynı bilinç ve netlikte olmasını bekler olmuştum ve bunu sağlayamayana bir tür şiddet uyguluyor zorba davranıyordum. Sınırlarını zorluyor onu sorumsuzlukla itham ediyordum.


Bu beklenti beni fark etmeden başka bir ıstıraba sürüklüyordu. Kendimi bir yandan hayatın ıstıraplarından kaçırmaya çalışırken, öte yandan iletişimde yaşanan anlaşmazlıklardan dolayı yeni ıstıraplar içine düşüyordum. Terapi sırasında, “Aslında kabul etmeyecek hiçbir şeyim yok” diyerek kendimi zaten çoktan kabul ettiğimi savunurken işin derinine inince, kabul etmenin gerçekten ne kadar zorlayıcı bir süreç olduğunu fark ediyordum. İnsanları, olayları, durumları oldukları gibi kabullenmenin, kendimi olduğum halimle kabul etmekten geçtiğini teoride biliyordum ama upuzun bir yolun olduğunu da seziyordum.


Sonra daha da dikkatimi çeken bir şey oldu: zihnim sürekli “bunu istiyorum, bunu istemiyorum” derken, aslında olanı olduğu gibi kabul etme hali bir kenarda kalıyordu. Kelimeler, düşünceler, yargılar zihnimde uçuşuyor; ve bu karmaşanın içinde saf bir kabule yer kalmıyordu.  Bir diğeri ile kurduğum bağda beni zorlayan şey ise, karşımdaki kişinin iletişim sorumluluğunu almaması oluyordu.  Bu sorumluluğu o almazsa, sanki benim almam gerekiyormuş hissine kapılıyor ve bedenimde artık o gerginliği daha net hissediyordum. İçimde hemen düzeltme, iyileştirme, çözme dürtüsü devreye giriyordu ve gittikçe, kazdıkça daha suptil ve hassas bir yere taşımış gibiydim benliğimi.


36 yıldır böyle çalışan bir zihin bir sorun varsa, o sorunu çözmek ister, düzeltmek ister. Fakat belki de en büyük sınavım tam da burada.  Başkalarının kendi payını almasına izin vermek, her sorunu çözmek zorunda olmadığımı kabullenmek. Zihnimin “çözüme” dair bu bitmeyen açlığını bir kenara bırakmak ve karşımdaki kişinin olgunlaşmasına alan açmak... İçimdeki o açgözlülük tohumunu bir süre sulamamak.


Bugünlerde kendimi sınırsız bir kudretle donatmam gerektiğini düşündüğüm noktada aslında her şeyi düzeltemeyeceğimi kabullenmenin derin bir huzur getirdiğini gözlemliyorum.


Hayat insanı yontuyor, çırılçıplak oluncaya kadar sınıyor. Her sınavı, yeni bir farkındalıkla kabul edebilmeyi ve zorlamadan, akışta kalarak bu yolculuğu varış noktasını düşünmeden yaşamayı diliyorum.

 

 

 
 
 

Yorumlar


bottom of page