Kahramanın Sonsuz Yolculuğu_8: Baştan Çıkartıcı Olarak Kadın
- Sara
- 17 Haz
- 2 dakikada okunur
Kahraman, sınavlarla yıpranmış, gölgelerle yüzleşmiş, kendi derinliğine inmeye cesaret etmişse… bir noktada karşısına cazibenin, arzu nesnesinin, baştan çıkarıcının sureti çıkar. Bu artık bir sınav değil, bir baştan çıkış teklifidir. Anima’nın gölgeli yüzüdür bu: saran, çağıran, ama bırakmayan. Besleyen değil, bağımlı kılan. Sevgiyi değil, tutkuyu vaat eden…
Bu alan dişil bilinçdışının karanlık kıyısıdır.
Orası bir çekim alanıdır. Rahatlatıcıdır. Kucaklar. Ama bireyleşmeyi engeller. Çünkü orada kalmak, gelişimi durdurmak demektir.
Tinsel olarak yolda olan biri için bu bir geri çekilme, bir rahatlık tuzağıdır. Kahraman burada yutulabilir. Çünkü artık ilerlemek yerine oyalanmak başlar. Oysa yol çağırır. Misyon çağırır. Ve bu noktada irade devreye girer. Çünkü bu karşılaşma bir dönemeçtir. Güç ve teslimiyet arasında bir sınav.
Arzunun Kıyısında Durmak
Bu karşılaşma arzunun, bağımlılığın ve kendini unutmanın eşiğidir. Kahraman, tutkularına teslim olursa yoldan sapar. Kendi içsel pusulasını kaybeder. Bilgi, burada yeterli değildir. Bilgi, eğer egoya hizmet ederse kahramanı kurtarmaz; aksine bilinçdışının karanlık sularında boğar. Gerçek gelişim, sadece zihinle değil; irade ile, kalp ile ve teslimiyetle olur.
Kutsal Evlilik: Işığın ve Gölgenin Dansı
Anima’nın bu gölgeli yüzüyle karşılaşma, bizi kutsal evliliğin eşiğine getirir. Yani eril ve dişilin, ışık ve gölgenin, bilinç ve bilinçdışının birleştiği o kadim alana… Ama burada dikkat edilmesi gereken şudur:
Bu birlik, sadece içsel olarak işlenmiş duygularla mümkündür. İşlenmemiş her gölge, kriz olarak geri döner. Bastırılan her duygu, bir gün bizi yönetmeye başlar.
Bu nedenle kahramanın görevi; gölgeye bakmak, duyguda kalmak, gözlemlemek ve anlamlandırmaktır. Aksi halde, bilinçdışı bir girdap olur ve o girdap, bizi baştan çıkaran kadının ağına düşürür.
Annemizin Gölgesi ve Bireyleşmenin Bedeli
Baştan çıkarıcı kadının arketipi, çoğu zaman anneyle olan bağımızın gölgeli yüzüdür. Eğer kendi içimizdeki karanlık anne ile yüzleşmezsek, dışarıda bağımlı ilişkiler kurarız. O anne figürünü partnerde, öğretmende, toplumda ararız. Ve o bağımlılıkla, bireyleşme yolundan saparız.
Kendi içimizdeki anneyle buluşabilmek için dışarıdaki anneyle simbiyotik bağı kırmamız gerekir. Güvensiz bağlanma, büyüyememiş bir çocuğun izidir. Ve bu iz, kahramanın dönüşüm yolculuğunda en büyük engellerden biridir.
Peki Nasıl?
Savunmaları Bırakarak
Hiçbir ulu ağaç, kökleri cehenneme inmeden dallarını cennete uzatamaz. Bilinç ve bilinçdışı birlikte dönüşmeden, gerçek özgürlük olmaz. Savunma mekanizmalarımız, bildiğimiz cehennemdir. Egonun alışkanlıkla kurduğu bir kale. Ama eğer duyguda kalmayı göze alırsak, korku ile yüzleşmeyi seçersek... işte orada, içsel dönüşüm başlar. Çünkü korkunun olduğu yerde görev vardır.
Ya sonra?
Bilinçdışıyla çalışmak için zihin yetmez. Oraya çocukluk, delilik, imgeler ve sanat gerekir. Anima’nın dili semboldür. Ve kadın, bu sembolik dilin taşıyıcısıdır. Kadın tanrıçadır. Ruhun arketipidir. Yaşamın kaynağıdır. Ama unutma: Anima’nın gölgesine kapılırsan, spiritüel ego başlar. Gelişmeyen ama gelişiyormuş gibi yapan, bağımlı ama özgürlük kılığında gezen bir benlik yaratılır.
Kendi Işığında Kalmak
Bilinçdışı karanlık değildir; işlenmemiş olandır. Orası potansiyel ve bilgelikle doludur. Ama ışığını kaybetmişse baştan çıkarır. O yüzden görevin, duygulara tutunmak değil, onlara şahit olmaktır.
Yutulmamak için içinden geçmek gerekir. Anlamlandırmak gerekir. Bedenle, zihinle, kalple gözlem gerekir. Çünkü her savunma mekanizmasının ardında seni bekleyen bir gölge vardır. O gölgeyle yüzleştiğinde… işte orada kahraman, tanrıçayla karşılaşır ve şifacıya dönüşür. Ve o zaman… Artık baştan çıkan değil, başkasına yol açan olursun.
Yorumlar