Korkularla Dost Olmak
- Sara

- 8 Ağu 2024
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 6 Kas 2024
Bir süredir korkularımın kökenine doğru içsel bir yolculuktayım. Bugün ise biraz bu yolda karşılaştığım en büyük korkuma dair bir paylaşım niyetiyle yazıyorum bunu.
Tutsak olma, hapsolma korkusu…
Onunla yüzyüze geldiğimde yaşadığım tam bir acıydı. O korkunun kökü oradaydı ama onu yaratan ben değildim. Bana ait olmayan bir korkuyu yıllarca taşımış olmanın hediyelerini almıştım elbette, ama yine de onunla kalmakta zorlandım biraz. O korku aynı zamanda özgürlüğümün anahtarıydı. Kim bilebilirdi hapsolma, tutsak kalma korkusunun beni özgürleştireceğini? O yüzden bugün onu tanımlarken ona kök korku dedim...
Tüm hikâye annemin hikayesiydi, içinde daha çocukken bir çağrı almış ve özgür olmak istemişti içinde bulduğu hikayeden, aileden ve toplumdan. Bu arzusunu gerçekleştirmek için yurtdışında çalışan babamı seçmişti, belki onu da götürürdü kendi ile. Ama sonra hayat hiç de planladığı gibi olmamıştı, annem babama verdiği sözü tutamamış ve onu özgürleştirememişti, tam aksine onu daha da tutsak etmişti. Kendi annesinin yanına götürmüş ve annemi öfke ve kızgınlık ile dolu bir hayatın içine hapsetmişti. Annem birkaç kez bu hikâyeden çıkmaya çalışmış ama toplumun normlarına uymak adına onun tabiri ile hapiste kalarak hayata küsmüştü. İçinde dünyaları taşıyan kadın öfke ve kızgınlıkla hayata dört elle sarılmıştı, sanırım o günden sonra babamı da affedememişti, aslında affetmediği kendiydi, kendi yaptığı seçimiydi. Fakat buna uyanamadı, keşke uyanabilse. İşte burası benim tuzağım. Hatırla Sara bu onun yolu..
Sonra teker teker bizleri aldı kucağına… Tek derdi onun gibi hapsolmayacak çocuklar yetiştirmekti. Benden büyük ablam tam bir kız çocuğu olduğu için okuyamamıştı, toplumda kız çocuklarının kaderi önceden yazılıydı. Dışarı çıkamayan, çocuklarla oynayamayan evde anneme ev işlerinde yardım etmek zorunda olan ablamdı. Annem ilk çocuğunu özgürleştirememişti, kız çocuğu doğurarak kendi özgürleşmesinin önüne ket vurmuştu. Ben ikinci şansıydım, şans o ki yine kız doğurmuştu. Ama bu defa farklı yapacaktı, erkek çocuğu gibi büyümek onun özgürleşme yolunda bir stratejisi miydi yoksa benim sevgi alabilmek adına koruma mekanizmam mıydı bilemiyorum ama işe yaradığını yıllar sonra anlıyorum…
Erkek gibi olduğumda eve hapsedilmemiştim, dışarıda erkek çocukları ile büyümüş ve okula gidip gitmeme kararım hiç konuşulmamıştı bile. Saçlarım hep erkek gibi kesildi, hiç oyuncak bebeğim olmadı ve hiç kız çocuğu gibi giyinmedim. Bu durumu ergenliğe kadar idare ettik annemle, fakat kurduğumuz özgürleşme oyunu ergenlikte patladı, artık kız gibi giyinmem ve davranmam bekleniyordu fakat ben bunu bilmiyordum, elimden mutfağa dair hiçbir şey gelmiyordu, erkeklerle konuşmama izin verilmiyordu, kızlarla nasıl arkadaş olurum onu da bilmiyordum.
Tüm çocukluğum özgür ol, minnetsiz ol, ayaklarının üstünde dur kodları ile dolu. Tüm çocukluğum içinde bulunduğum durumu kabul etmeyip olduğum kişinin en iyi versiyonu olmak adına çalışmakla ve erkek gibi güçlü olma çabası ile dolu.
Çalışmalıydım, başarılı olmalıydım çünkü annemin projesiydim. Onun kendini özgürleştirme projesi olacaktım. Babamdan, içinde bulunduğu hayattan kurtulmanın yeni anahtarlarını bulmuştu annem. Bu rolü ikinci çocuk olmama rağmen ilk ben almıştım. Beni sevsin, kabul etsin, o üzülmesin mutlu olsun ve belki de en nihayetinde özgür olsun diye kabul etmiştim bu rolü. Başarmalı, en iyi olmalı ve özgürleşip annemi de özgürleştirmeliydim.

Çocuk halimle hissettiğim yetersizlikle tek yapabildiğim çok çalışmaktı. En sonunda kaçmaktan başka çarem kalmamıştı, çocuk aklımda sürekli kaçma hayalleri kurarken annem bunun yollarını daha önce araştırmış biri olarak beni hep ders çalışmaya itti ve en iyisi olmam adına kendince tüm fedakarlığı yaptı. Tek yolunun okul okumak olduğunu biliyordu, çünkü şimdi ortada erkek çocuğu gibi büyümüş bir kız çocuğu vardı. Ve işte başladı benim yolculuğum korkularla. Başarısız olma lüksünün olmadığı bir gerçeklikte en iyisi olmak adına tek yaptığım hep çok çalışmak çok emek vermek ve memnun etmek oldu. Bu beni İstanbul'a ve iyi üniversitelerden birine kadar taşıdı.
Başarısız olmak en büyük korkumdu çünkü başarı özgürlüğümün anahtarıydı. Başarısız olursam tutsak kalmaktan, Van’a geri dönmekten ve annem gibi tutsak bir hayat yaşamaktan korkuyordum. Öte yandan başarılı olmama ve özgür olmama rağmen kendimi sürekli tutsak edecek ilişkilerin içinde buluyordum, yani kaderimden kaçamıyordum.
Sürekli bu korkuyla yaşamak beraberinde kontrolü getirmişti hayatıma. Sürekli tetikte olmak çok yorucuydu artık yola çıkmalıydım, bunun tek yolu vardı o an o da korkuları anlamak, o korkulara farkındalık getirmek ve onlarla dost olmak.
Bu yüzden korkularımın üzerine gitmeye başladım, en kötü ne olabilirdi ki. Hata yapabilirdim…En kötü senaryoyu kendime yaşatmayı göze alıp en büyük korkum olan Van’a geri dönüş yaptım. Tek yanıma aldığım şey zaten özgür olduğumu bilmek ve bunu bana hatırlatacak pratiklerimdi. Başarısızlık gibi gözüken bu dönüşün bana getireceği hediyelerin aslında içsel olarak farkındaydım, korku ile yönetilen bu sistemde köle olmamak ve kendi otantik varlığımla tanışmak adına korkuların üzerine gidersem ve evcilleştirip onlarla dost olursam artık korku ile kontrol edilmeyeceğimi, manipule edilmeyeceğimi ve varlığımın tahakküm altına alınmayacağını seziyordum.
Başka da yolum yoktu, çocukken geliştirdiğim tüm stratejiler beni buraya kadar getirmişti artık hizmet etmiyordu, yola çıkmam ve girmekten korktuğum mağaradan hazineleri almam gerektiği çağrısını almıştım. Kayıtsız kalsam kendime ihanet edecektim.
Ve döndüğümde aldığım ilk hediye kabuldü. Olduğum halimle kabul edilmekti, koşulsuz olarak sevilmekti. Desteklenmekti. Güvenmekti en yakınlarıma. Onlara yoruldum biraz dinlenebilir miyim sorusunu sorup cesaret edebilmekti kırılganlığa. En büyük korkum bana teslim olmayı öğretmişti, olanı kabul etmeye ve olanla barışmaya… Aradığım sevginin kabulün sahiplenmediğim yanlarımla, parçalarımla ailemle sahiplenmemle mümkün olduğunu bilmeye ve bu yolla kendimi kabul edip sevdiğimde otantikliğimle tanışmama vesile olmuştu.
Sözün özü; en büyük korku ile yüzleşince korku ile daha farklı bir ilişki geliştiriyor insan, onunla dostsun ama pazarlık yapıyorsun hala, içine girip başarabileceğini elde edeceğini bildiğin oyunlara girip girmemeyi seçiyorsun. Seçebilmekmiş meğer özgür olmak. Ruhunun çağrısına kulak vermek ve seçim yapabilmek. Beni andan koparan bu köklü duygu şimdi yanımda benimle dost, daha çok ızdıraba neden olacak konularda hemen geliyor yanıma, "bak diyor bunlar olabilir hazırlıklı ol”, “bak diyor bunlar ruhunu yorar buraya girme”...
Bugün de seninle bu hikayemi paylaşarak, seni korkularınla dost olmaya davet etmek istedim bu yazı ile.
İlham ve hatırlatıcı olma dileğiyle,
Sevgiyle,
Sara.




Yorumlar