top of page

Otantik Olmak Kırılgan Olmaya Cesaret Etmek mi?

  • Yazarın fotoğrafı: Sara
    Sara
  • 11 Tem 2024
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 6 Kas 2024

Otantik olmak, kendilik algısının ardındaki sınırsız varlığı keşfetmek, şu ana kadar oluşan benliği kabul etmek ve tüm gerçekliğini kırılganlıkla ifade etmek gibi geliyor bana.


Duygular ise otantik olmanın anahtarını elinde tutuyor gibi. Burada duyguları ne kadar hissedebildiğin, ne kadar onlarla kalabildiğin, ne kadarını ifade edebildiğin seni kendine yaklaştıran, kendinle keşfe çıkartan bir oyun arkadaşı gibi.


Uzun zaman hislerini bastırmış ve öfke altına gömmüş biri olarak, fazla nazik ve usluydum. Çatışmalardan kaçar, duyguları bir diğeri üzerinden deneyimler ve hislerimi anlamlandıramadığımdan cesurca ifade de edemezdim. Kırılırdım belki, gücenirdim ama hep içime atar, susar üstüne bir de sahte bir gülümse çakardım. Hiçbir duyguyu adamakıllı yaşayamadığımı hatırladığım birkaç anım var;


İlk defa şehir dışına üniversite için geldiğimde ve ailemden ayrıldığımda üzüntü namına hiçbir şey hissetmemiştim, annem ve babam beni ağlayarak bırakıp döndüklerinde gözümden tek yaş dökülmemişti. Sonra ben uzaktayken anneannem vefat ettiğinde yine içimde derin bir üzüntü hissedememiştim. Sadece çok fazla susup, içime attığım bazı durumlarda öfke ile ortaya çıkan duygularım olurdu o zaman ağlardım hüngür hüngür. Duyguları kontrol etmeyi sanırım onları bastırmakla karıştırmıştım.


İşin tuhaf yanı mutlu anlarımda da yoktu duygular ortada... Sevinemezdim, sevinç çığlığı attığımı duyan olmamıştır. Hayatımdaki başarıların ve tamamlanmışlıkların hiçbirinde uzun zaman bir tatmin hissedemedim. Hep olması gereken zaten buydu benim için. Bir görev vardı ve ben elimden gelen her ne ise çalışıp yapmaktan, başarmaktan başka da yolum yoktu inanıncı ile heyecan, sevgi mutluluk duygularına da yabancıydım anlayacağın...


Nasıl oluyordu da bir ortama girdiğimde oradaki insanların veya bağlantıda olduğum kişilerin duygusal durumlarını ve ihtiyaçlarını bu kadar kolay okuyup kendi duygularımdan bu kadar kopuk olabiliyordum?


Katıldığım bir seminerde öfke duygusu ile tanışıp barışacağım bir seansta ilk defa sesimi duymuştum. İlk defa bağırmış ilk defa içimdeki öfkeyi karnımda hissetmiştim. Bu kadar yumuşaklığın, narinliğin, altında biriktirdiğim öfke beni korkutmuştu. Sonrasında yaşadığım utanç sanırım bunca zaman neden onu orada saklı tuttuğumun kanıtıydı.


Yıllarca utanç duygusu ve ortaya çıkacak öfke ile çatışmaya giremeyip kaçmıştım. Çatışmanın veya krizin geleceğini on adım öteden koklama becerilerim zaten çok da buna fırsat yaratmamıştı. Yani öfke ve utanç bedenimde baskılanan ve arzularımın isteklerimin üstünü kaplayan, hayır diyemememe neden olan kocaman bulut olup çıkmıştı.


Mükemmel olmalıyım, uyumlu olmalıyım dolayısı ile ancak o zaman sevilebilirim ve kabul edilebilirim inançlarım beni kendime yabancılaştırmıştı.


Tuhaftır ki o kadar naif gözükmeme rağmen bastırdığım bu öfke enerjisi hissedilirdi. Bağlantıda olduğum herkes yanımda hata yapmaktan korkardı, bazen tek bakışım, bazen suskunluğum bazen ses tonumu değiştirmeden kullandığım bir cümle yaralardı insanları. Kendi öfkemle yüzleşmemenin bedeli diğerleri için de ağır olurdu anlayacağın. Sanki iyi duygular benim kötü duygular hiç yok gibi bir sahte benlikle yaşamıştım bunca zaman.


Bu süreçte en çok kendime karşı ne kadar acımasız, zorba olduğumu ve kendimi olduğum halimle sevmediğimi öğrendiğimde yıkıldım.  Hatalarımı ve başarısızlıklarımı kabul etmek ve kendime nazik davranmak, kendimi yargılamadan, suçlamadan ve cezalandırmadan sevmek demek bildiğim bir şey değildi.


Halbuki kendi benliğimi tüm yönleriyle kabul etmek, güçlü ve zayıf yönlerimi, hatalarımı ve başarılarımı olduğu gibi kucaklamak, kendi hikayemi sahiplenmek, otantik olmanın temel taşlarından biriydi. Hayatımda yaşadığım zorlukları da elde ettiğim başarıları da sahiplenmeden bir yaşam sürdürmenin neresi otantik olabilirdi ki... Beni ben yapan, hikayemi oluşturan her bir parça ile barışmak ve bütünlenmek hakikiliğe giden yoldu.


Otantik olmak, kırılgan olmayı kabul etmek ve bu kırılganlığı cesurca paylaşmak demek. Ben de bu yazıyı o yüzden seninle paylaşıyorum. Çünkü yazdıkça iyileşiyorum. Paylaştıkça ve kırılgan oldukça daha da affedebiliyorum kendimi, yıllarca sakladığım parçaların görünür olması kolay değil ama bu bana ait değil insanlığa ait yaralar. Ve sakladıkça bu yaralar iyileşmiyor, acısı dinmiyor.


Kırılganlık, risk almayı, savunmasız olmayı, belirsizliklerle yüzleşmeyi ve hayal kırıklığı yaşamayı da beraberinde getiriyor.


Tüm bunlara rağmen varolduğum halimle, sırf varlığımla sevilebilir ve yeterli olduğum fikrine uyanıyorum bir süredir. İnsanlara çözüm bulmasam da, onları önceliklendirmesem de, başarılı olmasam da varlığımı seviyorum. İçime sinmeyen, ruhumun kabul etmediği hiçbirşeye evet demiyorum, hiç bir ortamda bulunmuyorum. Kendi hakikatimi yeri geldiğinde cesurca her ifade ettiğimde daha da iyileşiyor yaralarım. Kendime evet dediğim her an varlığım canlanıyor, parlıyor.


Bu noktada içinden geçtiğim yolculuk kadar sana da eşlik edebildiğimin farkına varıyorum. Ne kadar zor duygularla yüzleşsem seninle o kadar o duygularda birlikte kalabiliyorum, ne kadar kırılganlığımı ifade etsem ve kendimi bir enstrüman gibi sana sunsam, açacağım alana o kadar güveneceğini biliyorum.


Duygulara bakmak karanlık ve derin bir kuyuya bakmak gibi, ama o kuyunun en derinlerinde sana ait hazineler var, gücün belki de o kuyunun en bidinde saklı.

Hadi, girmekten korkma, atla!


Sevgiyle,

Sara.

 
 
 

Yorumlar


bottom of page